Çevresel Etki Değerlendirme Raporu ve Dava Ehliyeti

PR – M – 042

Günümüz koşullarında, sürdürülebilir kalkınmanın gereği olarak, ortaya konan çevresel etkilerin boyutlarının önceden tespiti ve verilerin yorumlanarak somut bir çalışma halinde ortaya konulması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu çalışmalar sonucu çeşitli faaliyetlerin çevresel etkileri belirlendiğinde insana ve çevreye gelecek olası zararların önüne geçebilme şansı doğacaktır. Çevrenin kirlenmesi sebebiyle her geçen gün ciddiyetini daha da hissettirerek artan tehlikeler nedeniyle ekonomi-çevre ilişkisinin sağlıklı, dengeli ve sürdürülebilir bir şekilde kurulmasına yönelik çevre yönetiminde en önemli araçlardan biri Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) dir. Çevresel Değerlendirme ile ilgili işlemler hukuki niteliği gereği idari işlem mahiyetinde olup, Çevresel etki raporlarının sadece işleme muhatap olan kişileri değil, tüm toplumu ilgilendiriyor olması sebebiyle dava açabilecek kişilerin daha geniş bir spektrumda olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Nitekim Yargı Kararları da bu yönde içtihatlar kurmuştur.

 

  • Çevresel Etki Değerlendirme Raporu

ÇED sürecine ilişkin ülkemizde yapılan ilk yasal düzenleme 11 Ağustos 1983’te yürürlüğe konan 2872 sayılı Çevre Kanunu’dur. 2872 sayılı Çevre Kanunu m.10 ile gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü oldukları belirtilmiştir. Bununla birlikte ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı’ veya ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı’ alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemeyeceği; proje için yatırıma başlanamayacağı ve ihale edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.

Akabinde 29.07.2022 tarihinde 31907 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği m.4/e uyarınca çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) tanımlanmıştır. Buna göre ÇED; gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar olarak tanımlanmıştır.

Bu hükümler uyarınca kimya, petrokimya, ilaç ve atıklar, sanayi, tarım, orman, su kültürü ve gıda, ulaşım, altyapı ve kıyı yapıları, enerji, turizm- konut ve madencilik gibi alanlarda yatırım veya projelerin hayata geçirilmesi için ÇED Olumlu veya ÇED Gerekli Değildir Kararı alınması gerekmektedir. Söz konusu belgeler alınmadan yatırım veya proje ile ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Aksi durumda, faaliyet derhal durdurulur, idari yaptırım uygulanır ve para cezası verilir.

 

  • ÇED Olumlu Kararı

ÇED Olumlu kararı; Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hakkında Komisyon tarafından yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucu ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde olduğunun belirlenmesi üzerine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilmektedir.

Ülkemiz genelinde bilinen bazı ÇED Olumlu Kararlarına örnek olarak Kanal İstanbul, İstanbul Üçüncü Havalimanı, Çanakkale Kirazlı Altın ve Gümüş Madeni,  Eskişehir Alpu Termik Santrali ve Bu Santrale Kömür Sağlayacak Olan Rezerv Alanındaki Yeraltı Maden İşletmesi ile Kül Düzenli Depolama Tesisi, Kuşadası Yat Limanı, Feribot Yanaşma Yerleri Yapımı İle Balıkçı Barınağı Kapasite Artırımı projeleri gösterilebilir.

 

  • ÇED Gerekli Değildir Kararı

ÇED Gerekli Değildir kararı ise seçme eleme kriterlerine tabi projeler hakkında yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucu ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde olduğunun belirlenmesi üzerine projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca görülmemesi durumunda Bakanlık tarafından verilmektedir.

Ülkemiz genelinde bilinen bazı ÇED Gerekli Değildir Kararlarına örnek olarak Bodrum Turizm Konaklama Tesisi Kapasite Artışı, İzmir İstinye Park Alışveriş Merkezi ve Otel Projesi, Samsun Çarşamba Biyokütle Enerji Santrali projeleri gösterilebilir.

 

  • ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME RAPORUNA KARŞI DAVA EHLİYETİ

ÇED ile ilgili işlemler hukuki niteliği itibariyle bir idari işlem olup, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununa tabidir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu m.2/a kapsamında iptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. Bu hüküm gereği idari işlemden dolayı iptal davası açılabilmesi için ilgilinin, genel dava ehliyetine sahip olması yanında idari işlemin ilgilinin menfaatini ihlal etmesi de gerekmektedir. Menfaat ihlali, iptal davasına özgü bir ehliyet şartı olup iptal davasının sübjektif ehliyet koşulunu ifade etmektedir. Yargı kararlarına göre, menfaat ihlalinin gerçekleşebilmesi için, söz konusu menfaatin meşru, güncel ve kişisel olması gerekir.

Uygulamada ÇED ile ilgili işlemlere karşı başta meslek kuruluşları, dernek, vakıf, platform gibi sivil toplum kuruluşları, belediyeler, köy tüzel kişilikleri, kent konseyleri ve vatandaşların yaygın olarak dava açtığı görülmektedir. Bununla birlikte, Danıştay, ÇED işlemleri ile ilgili olarak vatandaşların menfaat ilişkisini tespit ederken belirli ve sınırlı ölçütler getirmiştir.

 

Danıştay 14. Dairesi 2014/11805 E. 2015/7058 K. Sayılı ve 01.10.2015 Tarihli Kararında;

“Projenin gerçekleşeceği yerde oturmadığı ve o yer ile mülkiyet ilişkisinin bulunmadığından, vatandaş olmanın veya birey olmanın idari işlemlere karşı kişisel, güncel ve meşru bir menfaat ihlali olmadan tek başına dava açma ehliyetinde sahip olma anlamına gelemeyeceği…“ şeklinde karar verilmiştir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2015/3251 E. 2015/3205 K. Sayılı ve 05.10.2015 Tarihli Kararında;

“Nükleer Güç Santrallerinin çevreye olan etkisinin sadece projenin yapılacağı bölgeyle sınırlı olmayıp, başka nitelikteki projelere göre daha geniş bir alanı kapsaması nedeniyle, nükleer santrallere özgü olmak üzere, ülkede yaşayan bir vatandaş olarak herkesin, dava konusu işlemle menfaat ilgisinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir. …. Anayasanın ve Çevre Kanunu’nun ilgili maddeleri ve anılan Santralin etkilerinin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, davacının, kişisel, güncel ve meşru menfaatinin, dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunduğu…” şeklinde karar verilmiştir.

Yukarıdaki kararlardan da açıkça görüldüğü üzere Danıştay davanın açıldığı tarih itibarıyla dava konusu proje alanında veya proje etki alanında ikamet etme veya taşınmazının bulunması gerektiği, aksi durumda, bu tür idari işlemlerin ve bu işlemler üzerine yatırım planlayanların sürekli olarak dava tehdidi ile karşı karşıya kalmaları sonucunu doğuracağı ve bu durumun da idari istikrar ilkesine aykırılık teşkil edeceği yönünde karar vermektedir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin 2020 yılında vermiş olduğu karar ile Danıştay tarafından ÇED ile ilgili işlemlere karşı dava açabilecek olan kişilere ilişkin verilen kararlardan farklı bir görüşte olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi 05/03/2020 tarih ve Başvuru No:2016/13846

“Davacıların dava konusu ÇED Gerekli Değildir kararının iptalini istemede menfaatlerinin ihlal edilmediği yolundaki idari yargı kararının gerekçesine yönelik olarak, “… davacıların mülklerinin proje sahasına yakın olması veya kullanım amacı gibi öznel koşulları dikkate almaksızın bir proje sahasında mülkü olmayanların -projeye yakın sahada mülkü olsa bile- projeye karşı hiçbir durumda dava açamayacakları yönünde kategorik bir yaklaşım içermektedir. Ancak başvurucuların öznel durumları hakkında bir değerlendirme içermeyen bu kategorik yaklaşım, başvurucular gibi proje kapsamında olmamakla birlikte projeden etkilenme potansiyeli bulunan kişilerin dava açmalarını imkansız hale getirdiğinden başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin orantısız olması sonucunu doğurmaktadır…” gerekçesiyle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.


Danıştay 6. Dairesi 2021/1723 E. 2021/3017 K. Sayılı ve 03.03.2021 Tarihli Kararında;

“Uyuşmazlık konusu olayda; davacının her ne kadar proje alanı veya etki alanında ikamet etmediği gibi, kendi adına taşınmazlarının bulunmadığı anlaşılmış ise de, davacının doğum yerinin Yalınkavak Köyü olduğu, proje alanında babasına ait taşınmazların bulunduğu ve yılın belli dönemlerinde bu köyde ikamet edildiği ileri sürüldüğünden, tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, davacının Yalınkavak Köyü ile manevi bağı bulunduğu, dolayısıyla, bakılmakta olan davayı açma ehliyetinin bulunduğu…” şeklinde karar verilmiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesi tarafından bireysel başvuru sonucu ÇED ile ilgili işlemlere karşı dava açabilecek kişiler bakımından dava açan kişilerin öznel durumlarının değerlendirilmesi doğrultusunda karar verilmişse de genel anlamda Danıştay içtihatlarında ciddi bir değişiklik olmadığı söylenebilir.

Sonuç olarak Danıştay tarafından, ÇED işlemleri ile ilgili olarak uyuşmazlıklarda vatandaşların menfaat ilişkisini tespit ederken, proje veya etki alanında ikamet etme veya taşınmazı bulunma gibi ölçütleri değerlendirilmekte iken, Anayasa Mahkemesi başvurucuların öznel durumlarının da değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararından sonra Danıştay’ın, “ÇED işlemlerine karşı vatandaşların dava ehliyeti” hakkında karar verirken kimi kararlarında Anayasa Mahkemesi kararını dikkate alarak değerlendirmekle birlikte, içtihadında ciddi bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.

T.C. Anayasası m.125/1 uyarınca “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmü haizdir. Hukuk devletinin özünü devlet organlarının hukukun içerisinde kalarak işlem ve eylemler yapması oluşturmakta olup, idari eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi olması demokratik hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur.

2872 Sayılı Çevre Kanunu m.3/a uyarınca “Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.” şeklinde düzenlendiği üzere herkesin çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi hususunda yükümlü olduğu belirtilmiştir. Yine Çevre Kanunu m.30 uyarınca “Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir.” hükmü gereği herkesin çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten dolayı gerekli önlemlerin alınmasını isteyebileceği düzenlenmiştir.

Anayasa hükmü ile Çevre Kanunu hükümleri birlikte değerlendirildiğinde çevreyi koruma hem bir hak hem de bir ödev olarak vatandaşlara verilmiştir. Bu hakkın kullanılmasında en etkili yolun yargı denetimi olduğu göz önüne alındığında ÇED ile ilgili işlemlere karşı dava açabilecek/taraf ehliyeti olan kimseler açısından Danıştay tarafından benimsenen yaklaşımla birlikte Anayasa Mahkemesinin başkaca kararlarında da ısrarla vurguladığı üzere kişilerin öznel durumlarının değerlendirilmesinin, kategorik bir yaklaşımın ötesinde somut olay adaletini ve çevrenin korunmasını daha çok sağlayacağı sabittir.

28.09.2024

Feyzanur ŞAHİN

Avukat

 
error: İçerik korumalıdır!!!