Manevi Tazminat Davası ile Basın Özgürlüğü İlişkisi

PR – M – 0011

21.08.2021

Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesiyle 5187 Sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Ancak, basın özgürlüğü sınırsız olmayıp basının haber verme fonksiyonunu yerine getirirken kullanacağı hakkın özel hukuk alanında sınırı; gerçeklik, kamu yararı ve toplumsal ilgi, güncellik, konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile belirlenmiştir. Zira, Yargıtay birçok kez bu hususa değinmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu  E. 2005/4-644 K. 2005/701 T. 7.12.2005: ”Temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur.”

Yargıtay kararlarıyla da sabit hale geldiği gibi yapılan yayının hukuka uygun olmasının birinci şartı gerçek olmasıdır. Gerçeklikten anlaşılması gereken ise somut gerçeklik olmayıp görünür gerçekliktir. Görünür gerçeklik ise “yayının yapıldığı anda, belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları” ifade etmektedir. Ancak, basının gerekli özeni göstermeden görünür gerçek iddiası altına sığınıp sorumluluktan kurtulacağı düşünülemez. Çünkü basın görünür gerçeğe ulaşmak için gerekli özeni göstermelidir. Öte yandan, basının toplumu ilgilendiren konularda haber yaparken yayınladığı olayların doğruluğunu araştırmakla da görevli olduğu şüphesizdir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi E. 1980/1302 K. 1980/3719 T. 21.3.1980: ”…Öte yandan, gerek uygulamada ve gerekse bilimsel görüşlerde oybirliği ile benimsenen fikre nazaran bir haberin verilmesi, “o habere konu olan olayın eleştirilmesi, yorumlanması ve incelenmesi” imkanlarını da kapsar; yeter ki, bilgi ( haber ) verme ve eleştirme objektif sınırlar içinde kalsın. O halde, bu aşamada yeri gelmişken bir yöne daha değinmek yerinde olacaktır. Basının yukarıda kısaca değinilen özgürlüğü yanısıra bir de ödevi vardır; Bu ödev, gazetecinin yayınladığı olayların doğruluğunu araştırma ödevidir…”

Basının yapmış olduğu haberin hukuka uygun olması için aranan bir diğer şart ise haberin kamu yararı yani salt toplumun yararı gözetilerek yapılmış olmasıdır. Bunun anlamı, basının hiçbir kişisel çıkar gözetmeden ve haberin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermeden haber yapmış olmasıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/4-1503 K. 2020/116 T. 11.2.2020: ”Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar. ”

Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/4-1503 K. 2020/116 T. 11.2.2020).

Kişilik hakkı, kişinin maddi ve manevi malvarlığı içerisinde yer alan ve devredilemeyen ve vazgeçilemeyen haklar ve değerler bütününü ifade eder. İşbu kişilik hakkının basın açıklaması nedeniyle ihlali sonucunda basının hukuki sorumluluğunun doğması için, basın açıklamasının kişilik hakkının kapsamı içinde olan değer veya değerleri ihlal etmiş olması gerekir. Basın yoluyla ihlal edilebilecek kişilik değerlerinin başında, kişinin onur ve saygınlığı, özel yaşam alanı ve giz alanı, isim ve resim üzerindeki hakkı, kişisel ve mesleki sırları gibi değerler gelir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/4-1503 K. 2020/116 T. 11.2.2020: ”Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır.”

Kişilik hakkının basın yoluyla ihlali neticesinde zarar meydana gelmişse hak sahibinin TMK m.24 ve 25 çerçevesinde önleme davası, tespit davası, müdahalenin men’i (saldırının sona erdirilmesi) davası açma hakkı bulunduğu gibi zararın giderilmesi için maddi ve manevi tazminat davası açma hakkı da bulunmaktadır. Kişilik hakkının ihlal edilmesi bir haksız fiil teşkil ettiğinden tazminat davasının açılabilmesi için TBK m.49 ve devamındaki şartların mevcudiyeti gerekmektedir. Bu şartlar; basın açıklamasının kişilik hakkının kapsamı içinde olan değer veya değerleri ihlal edecek bir fiil teşkil etmesi, bu fiilin hukuka aykırı olması, kişilik hakkını ihlal eden fiil sonucu bir zarar doğmuş olması veya en azından bir zarar tehlikesinin olması –bu zarar maddi veya manevi olabileceği gibi genellikle manevi zarar olarak karşımıza çıkar- ve basın açıklaması ile ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağının olmasıdır. Basın yoluyla kişisel değerlere yönelmiş olan bir davranışın hukuka aykırı olup olmadığının tespitinde saldırıda bulunan kişinin davranışını hukuka aykırı olmaktan çıkaran bir hukuka uygunluk sebebi (görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması, ilgilinin rızası…) olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca belirtmekte fayda vardır ki, olayların normal akışına ve genel hayat tecrübelerine göre basın açıklamasının somut olayda meydana gelen zararı doğurmaya elverişli olduğu tespit edilirse uygun illiyet bağının olduğu kabul edilir. TBK m.49 vd. hükümlerinde de belirtildiği üzere tazminata hükmedilmesi için kusurun varlığı aranmaktadır. Zira, haber yapan basının sorumluluğu kusur sorumluluğu olduğundan ötürü tazminata hükmedilmesi için somut olayda basının kusuru aranacaktır. 5187 sayılı Basın Kanunun 14. maddesi ile basının cevap ve düzeltme yazısı gönderebileceği kabul edilmiş olsa da cevap ve düzeltme yazısının gönderilmiş ve hatta yayımlanmış olması hukuk ve ceza davalarının açılmasına engel değildir.

10.09.2021

Ecem ÖZGÜL

Stajyer